top of page

Kelime-i Åžehadet

kelime-i-ÅŸehadet

 

 

 

 

 

OkunuÅŸu:

EÅŸhedü en la ilahe illallah ve eÅŸhedü enne Muhammeden abdühû verasûluhü.

 

Manası: Ben ÅŸehâdet ederim ki, Allah Teâlâ'dan baÅŸka ilah yoktur. Ve gene ÅŸehadet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah Teâlâ'nın kulu ve Rasûlüdür.

Arapça'da la ve illa kelimelerinin kullanım ÅŸekline göre, ilk bölüm "Hiçbir Ä°lah yoktur, sadece Allah vardır." ÅŸeklinde de tanımlanmaktadır.

  

Kelime-i Åžehadet

Kelime-i Tevhid

Kelime-i Tevhid

KELÄ°ME-Ä° TEVHÄ°DÄ°N MÂNASI

Kelime-i tevhid, iki lafızdan oluÅŸur. Birinci kısmı “lâ ilâhe“dir. Mânası, “hiçbir ilâh yoktur” demektir. Bu kısmında kalmak küfürdür. Ä°kinci kısmı “illallah’tır. Mânası, “ilâh olarak ancak Allah vardır” demektir. Bunu söylemek imandır. Kâfir ve münafıklar “lâ ilahe” kısmında kalıp küfre düÅŸtüler. Oysaki onlara, “Kapıda durmayın, içeriye geçin (hakka ulaşın) denilmiÅŸti.Kur’ân-ı Kerîm’deki ÅŸu âyeti bu mânada anlamalıdır:“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, ona indirdiÄŸi kitaba ve daha önce indirmiÅŸ olduÄŸu kitaplara inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, ÅŸüphesiz koyu bir sapıklığa dalmıştır.” (Nisa 4/136)Gerçek müminler, aslî vatana (hakikate) ulaÅŸmış, yani “illallah” menziline varmış kimselerdir. Onların durumu ÅŸu âyetle anlatılmıştır:“Peygamberler ve müminler ona rabbinden indirilene inandılar. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara 2/285)“Lâ ilahe” diyerek cehennemliklerden olanların ilki lanetlenmiÅŸ ve kovulmuÅŸ ÅŸeytandır. “Ä°llallah” diyerek iman bahçesine giren ve cennetlik sınıfına dahil olan ilk kimse ise Hz. Âdem’dir. Bu nedenle cehenneme gireceklerin listesinin en başında ÅŸeytanın, cennetliklerin başında ise Hz. Âdem’in (a.s) ismi yazılıdır.

Tevhid kalesinin rükünlerini ÅŸöylece sıralamak mümkündür: Namaz, oruç, hac, zekât, (bir de kale olarak nitelendirdiÄŸimiz) kelime-i ÅŸehâdet. Ä°slâmiyet bu beÅŸ esas üzerine kurulmuÅŸtur.Ey kardeÅŸim, bilmiÅŸ ol ki, insanlık ÅŸehrindeki tevhid kalesi kalbin korumasındadır. Bu ÅŸehrin sakinlerinden olan kulak, göz, el ve ayak kalbin kölesi ve hizmetçisi olup istemeseler de kalbin emirlerine uymak mecburiyetindedirler. Evet, bu uzuvlar kalbin isteklerini yerine getirmek, ona muhalefet etmemek üzere yaratılmışlardır. Kalbin emretmesi üzerine göz bakar, kulak duyar, el tutar, ayak yürür. EÄŸer kalp bu uzuvlara bu hareketlerin aksini emrederse yine yaparlar. Kısaca, bunlar kalbe itaat etmek zorundadırlar.Åžayet kalp mülkünde zulmediyorsa, emrindeki uzuvları zulüm, fesat, muhalefet ve inat gibi kötü iÅŸlerin yapılmasında kullanır. Meselâ, göze haram ÅŸeylere bakmasını, kulaÄŸa kötü sözleri dinlemesini, el ve ayaÄŸa haramla meÅŸguliyeti emreder ki böylece onlar hakikati göremez ve duyamazlar. Åžu âyetler, insanın bu halini anlatmaktadır:“Onlar, manen sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu sebeple doÄŸru yola dönmezler” (Bakara 2/18)“And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır, ama anlamazlar; gözleri vardır, ama görmezler; kulakları vardır, ama iÅŸitmezler. Bunlar hayvanlar gibidirler; hatta daha da aÅŸağıdırlar. Ä°ÅŸte gafil olanlar bunlardır.” (A’râf 7/179)Kalp kendi memleketinde adaletle hükmederse, bu uzuvları taat ve ibadet etmekte kullanır. Yani, göze iyiye, güzele bakmasını; kulaÄŸa faydalı ÅŸeyleri dinlemesini, diÄŸer uzuvlara da hayır iÅŸlemelerini emreder ki bunun neticesinde bereket hâsıl olur, kalbin meydanı temizlenir, saflaşır. Kalbin bu haline Peygamber Efendimiz (s.a.v) ÅŸöyle iÅŸaret buyurmuÅŸtur:“Bedende bir parça et vardır ki o iyileÅŸince bedenin hepsi iyileÅŸir, o hastalanırsa bedenin hepsi hastalanır. Ä°ÅŸte o, kalptir.” (Buhârî, imân, 39; Müslim, Müsâkat, 107; Ä°bn Mâce, Fıten, 14; Dârimî, Büyü’, 1)Kelime-i tevhid; kapısı, kapıcısı ve bekçisi olan saÄŸlam bir kale olup, kapıcının hakkını vermeden içeri girmek mümkün deÄŸildir. Yani “lâ“nın sırrından geçmeden “illa“nın ispatına varamazsın.Gerçekte bir ÅŸeyi yok etmek veya var etmek senin iÅŸin deÄŸildir. Çünkü mevcut olmayan bir ÅŸey zaten yoktur. Aynı ÅŸekilde, var olan bir ÅŸeyin de ispata ihtiyacı yoktur. Varlığı bulunmayan bir ÅŸey, mevcut deÄŸildir; var olan da zaten mevcuttur.“Lâ ilâhe illallah” dört kelime, on iki harf gibi görünmesine karşın gerçekte bir kelime ve dört harften ibarettir.Allah lafzı mutlak bir doÄŸru olup, inkârı ve nefyi mümkün deÄŸildir. “Lâ ilahe” ifadesi de mutlak mânada bir nefiydir. Zira bir ÅŸeyin sübû-tu ve vücudu tasavvur edilmedikçe nefyedilemez. Nitekim “lâ” harfi, sübûtu ve vücudu tasavvur edilebilen bir ÅŸeyi nefyetmek için kullanılır.Yani bu, baÅŸka tanrıların mevcudiyeti mânasında olmayıp; eÅŸi ve benzeri, ortağı ve zıddı olmayan hz.Allah’ın varlığını tekit ve ispat için kullanılmıştır. Bunun aksini düÅŸünen kimse müÅŸriktir. (Yani bir kimse, Allah’tan baÅŸka ilâh yoktur derken, O’nun tek ilâh olduÄŸunu ifade etmiÅŸ ve ispatlamış olur. Kelime-i tevhidle, baÅŸka ilâhlar var da onları inkâr edip Allah’ı kabul etmek anlatılmıyor. Yüce Allah’ın yanında baÅŸka ilâhlar kabul etmek ÅŸirktir. Lâ ilahe illallah “tek ilâh var, o da Allah’tır” demektir

 

“Lâ ilahe illallah“, ilâhî sırların perdesini açar ve kalbi, onu kirletip yüce Hakk’ın tecellilerini perdeleyen tozlardan temizler. Kalp arşını temizleyerek onu Cenâb-ı Hakk’ın tecellisine mahzar ve nazarına layık bir mahal yapar. Bu itibarla Allah Teâlâ, Davud’a (a.s), “Ey Dâvûd! Bana kalp evini temizle de orada bulunayım. Gökler ve yer beni içine alamazken mümin kulumun temiz kalbi beni içine aldı” ( Sehâvî, el-Makasıdü’l-Hasene, nr. 990) buyurmuÅŸtur.Mâsivâya (Allah’tan gayrisine) nazar edip kirlendiÄŸin, ilim ve derece üstünlüÄŸüne güvendiÄŸin ve varlık âleminde Allah’tan baÅŸkasını gördüÄŸün sürece “lâ ilahe” nefyi senin içindir. Ne zaman eÅŸyayı her ÅŸeyin sahibi olan hz.Allah’ın birliÄŸine (tevhid) delil kılıp, onlarda hakkı görürsen iÅŸte o an “lâ“dan kurtulur “illa’ya ulaşırsın.“Allah de, sonra da onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” (En’âm 6/91) Bu âyette belirtildiÄŸi gibi sen ne zaman fâni ÅŸeyleri anmayı bırakır, baki olan hz.Allah’ın zikriyle meÅŸgul olursan kelimenin tam anlamıyla Allah demiÅŸ olur, mâsivâdan yüz çevirirsin.“Allah” kelimesini oluÅŸturan “elif, lâm ve hâ” harflerinden her birinin özel bir mânası ve iÅŸareti vardır.Elif, Allah’ın kendi zâtıyla kaim olduÄŸuna, varlığının mahlûklardan hiçbirine baÄŸlı olmadığına iÅŸarettir. Lâm, mülkiyet ifade eder; Cenâb-ı Hakk’ın tüm mahlûkatın gerçek sahibi olduÄŸunu gösterir. Hâ harfi ise, hidayeti simgeler; göklerde ve yerde olanların hepsine hidayet eden, yani onların yolunu gösterenin, yapacağını öÄŸretenin Allah olduÄŸunu belirtir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah göklerin ve yerin nurudur (yani yerde ve gökte ne varsa hepsine hayat veren, yol gösteren Allah’tır)” buyurulmuÅŸtur. (Nûr 24/35)Bunları ÅŸöyle anlamak da mümkündür: Elif, Cenâb-ı Hakk’ın kendi nimetini her tarafa yaymak suretiyle halk ile ülfet ettiÄŸine; lâm, halkın Hak’tan yüz çevirdiÄŸine; hâ, Allah dostlarının aÅŸk ve muhabbet içinde kaldıklarına iÅŸarettir. Åžairin biri bu nükteleri ÅŸu ÅŸekilde mısralara aktarmıştır:Elif, halkla ülfet etmek;

 

Lâm, kınamaktır ÅŸeytanı.

Hâ, O’nun aÅŸkıyla coÅŸmak;

Ve… Uyarmaktır insanı.

Basiret gözünü aç! Âlemdeki her ÅŸey “lâ ilahe illallah” der. Sen ÅŸu âyetin haberine kulak ver:“Yedi gök, yer ve bunların arasında bulunanlar O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir ÅŸey yoktur. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gafur ve halîmdir.” (Ä°srâ 17/44)Bu hakikat ÅŸairin mısralarında ÅŸöyle dile gelmiÅŸtir:Her ÅŸeyde vardır apaçık bir âyet;

O’nun birliÄŸine eder delâlet. Tevhid güneÅŸinin sadece senin üzerine doÄŸduÄŸunu mu sanırsın? Bu iÅŸ senin bildiÄŸin gibi olmayıp, kuÅŸlar dahi O’nun için saf saf olmuÅŸ, O’na dua ve tesbih etmektedirler. Sizin diÄŸer mahlûklara kıyasla daha üstün, daha azametli ve faziletli oluÅŸunuz mükellef olmanız-dandır. Yoksa size ihtiyaca binaen bu özellikler verilmiÅŸ deÄŸildir. Ä°yilik ve üstünlük hz.Allah tarafından verilmiÅŸ bir nimet olup, Kur’ân-ı Kerîm’de bu nimet ÅŸöyle hatırlatılmıştır:“And olsun ki, biz insanoÄŸlunu ÅŸerefli kıldık. Onların çeÅŸitli vasıtalarla karada ve denizde intikalini saÄŸladık; onları temiz ÅŸeylerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızın pek çoÄŸundan üstün kıldık” (Ä°srâ 17/70)Allah Teâlâ sizi ademiyet (yokluk) sırrından varlık sahasına getirmiÅŸ ve size, kulluk vazifenizi yerine getirerek, hz.Allah’ın bir tek olduÄŸunu anlamanızı emretmiÅŸtir. Sizlere vücut verilmiÅŸ olması herhangi bir ihtiyaç sebebiyle veya ilâhî sıfatların size muhtaç olduÄŸundan ve vahdâniyyet sıfatının sizin ÅŸahâdetinize baÄŸlı bulunduÄŸundan dolayı deÄŸildir. Zira O’nun sıfatları hiçbir ÅŸahidin ÅŸahadetine baÄŸlı deÄŸildir ve inkarcının inadıyla da gizli ve kapalı bir hale gelmez.Yarasalar dahi güneÅŸin varlığını bilirler. Fakat gözlerinin kusurlu olması sebebiyle onu göremezler. GüneÅŸ doÄŸunca yerlerine çekilip uyurlar. Onlar gecenin varlığının da farkına varırlar. Yarasaların güneÅŸ ışığını görememesi güneÅŸ ışıklarından kaynaklanmaz; onların gözlerinin bu ışıkları görebilme kabiliyetinin olmayışından kaynaklanır.Allah Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Ä°ster ÅŸahadet edin, ister inkâr edin; yani isteseniz de istemeseniz de bu böyledir. EÄŸer ÅŸahadet ederseniz bu, O’nun ezeliyet sıfatının bir tecellisi olarak size ikram edilen nasibinizdir. Yok eÄŸer inkâr ederseniz, bu hiçbir ÅŸey ifade etmez. Çünkü ezelî ve ebedî olan bir ÅŸeyin varlığı, hadis olan (sonradan yaratılan) bir ÅŸeye baÄŸlı deÄŸildir. Bilakis hadis olan bir ÅŸeyin mevcudiyeti kadîm olana baÄŸlıdır. Bütün varlıkların O’na muhtaç olduÄŸu Kur’ân-ı Kerîm’de ÅŸöylece ifade edilmiÅŸtir:“Ey insanlar! Siz fakirsiniz. Allah ise zengindir, her türlü hamd’e ve övgüye lâyıktır. O dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni kimseler yaratır. Bu Allah’a zor deÄŸildir.” (Fâtır 35/15-17)EÄŸer sen fakir isen, hz.Allah’ın huzuruna zenginler gibi; zelil isen azizler gibi; zayıf isen güçlüler gibi gelme! hz.Allah’ın divanına aczini, fakrını itiraf ederek gelirsen bilmiÅŸ ol ki sabreden fakirler O’nun yanında olurlar. Zelil ve kalbi kırık bir vaziyette varırsan ÅŸüphesiz O, kalbi kırık olan kimselerle beraberdir. O’nun huzuruna O’nu zikrederek gidersen O da seninle birlikte olur. Nitekim âyette,“Beni anın ki ben de sizi anayım” (Bakara 2/152) buyurulmuÅŸtur.O’na muhabbetin varsa, “hz.Allah onları sever, onlar da hz.Allah’ı severler” (Mâide5/54) âyetinin müjdesine ulaşırsın.O’na yakınlık peyda ederek geldinse, “Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım, kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koÅŸarak gelirim. Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşır, ben de onu severim. SevdiÄŸim zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Kulum artık benimle görür, benimle duyar, benimle tutar, benimle yürür” (Buhârî, Rikak, 38; ibn Mâce, Fiten, 16; Begavî, Åžer-hu’s-Sünne, 1/142; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 7880) kudsî hadisinin sırrına mazhar olursun.Åžu hadisi ÅŸerif de O’na yakın olan kulların haline iÅŸaret etmektedir:“hz.Allah kıyamet gününde, ‘Ey âdemoÄŸlu, aç kaldım beni doyurmadın, hasta oldum halimi sormadın‘ der. Bunun üzerine kul, ‘Yâ rabbi, sen âlemlerin rabbi iken ben seni nasıl doyurayım, sana nasıl su vereyim!’ diye sorar; hz.Allah da, ‘Benim kullarımdan biri hastalandı, sen onun hal ve hatırını sormadın. Ä°zzet ve celâlime and olsun ki, onun hal ve hatırını sormuÅŸ olsaydın beni onun yanında bulurdun’ der.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr. 517; Müslim, Birr, 43; Ä°bn Hibbân, Sahîh,nr. 269)

 

KELÄ°ME-Ä° TEVHÄ°DÄ°N HAKKITevhidi sermaye yap! Lüzumsuz ÅŸeylerden arın! Asıl zenginliÄŸi fakirlikte (hz.Allah’a boyun bükmede), azizliÄŸini ise O’na karşı zelilikte ara. Zikrullah’ı ÅŸiar edin! Ä°lâhî muhabbet, kaftanın; takva, gömleÄŸin olsun! Azığa, bineÄŸe ve emniyete ihtiyacın varsa, fakirliÄŸi azık, kalp kırıklığını binek, zikri emniyet edin! Muhabbetullah’ı yegâne dost bil! YolculuÄŸunun maksat ve gayesi O’na yaklaÅŸmak olsun.EÄŸer hz.Allah ile yaptığın bu ticarette kâr ettinse bil ki her ÅŸeyi kazanmış; zarar ettinse her ÅŸeyi kaybetmiÅŸsin demektir.Yapmış olduÄŸun bu ticarette, canını ve malını alıcı mı, yoksa satıcı mı olduÄŸunu bir düÅŸün. Åžayet alıcı olup canını ve malını O’na vermekten kaçınmış isen zarar etmiÅŸsin demektir. Åžu âyeti kerimede bu kimselerin halini anlatır:“Ä°ÅŸte onlar, hidayeti (hakkı) bırakıp sapıklığı aldılar da alışveriÅŸleri kâr getirmedi. Zaten doÄŸru yolu bulamamışlardı.” (Bakara 2/16)EÄŸer, canını ve malını hz.Allah’a satıcı isen kâr etmiÅŸsin demektir; iÅŸte o zaman ÅŸu âyetin müjdesine erersin:“Hiç ÅŸüphesiz Allah, kendi yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını cennete karşılık satın almıştır. hz.Allah bunu Tevrat, Ä°ncil ve Kur’an’ı kerimdede üzerine bir hak olarak vaad etti. VerdiÄŸi sözü hz.Allah’tan daha çok tutan kim vardır! Öyleyse yaptığınız alışveriÅŸe sevinin, bu büyük bir kazançtır.” (Tevbe 9/111)Hangi gruba dahil olduÄŸunu anlamak istersen ÅŸu âyeti oku:“Müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, O’nun âyetleri okunduÄŸunda imanları artan, rablerine güvenen, namazlarını dosdoÄŸru kılan, kendilerine verdiÄŸimiz nzıktan yerli yerince sarf edenlerdir.” (Enfâl 8/2-3)EÄŸer, O anıldığında kalbin titriyor, azaların ürperiyorsa, “Onların bedenleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuÅŸar” (Zümer 39/23) âyetinin sırrına mazhâr olmuÅŸsundur. Bu durumda sen, kendini hz.Allah’a satıcılar topluluÄŸuna dâhil olan kimselerdensindir.Yok eÄŸer senden bu gibi haller sâdır olmaz, “lâ ilahe illallah” sözü duvar veya tavan gibi herhangi bir sözden farksız olursa, bil ki sen, hidayeti ve hakkı terk edip nefsinin keyfini alan gruptansın. Åžu âyet sana veyl okumaktadır:“Allah’ı anmak hususunda kalpleri katılaÅŸmış olanlara yazıklar olsun! Ä°ÅŸte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer 39/22)hz.Allah’ın âyetlerinden nasibi olmayan kimsenin “lâ ilahe illallah” demesi ona fayda saÄŸlamaz. Zira kalbi mânadan yoksun olan, âyetlerden nasibi olmayan kimsenin, puta ve haça tapan kimseden, taÅŸtan veya kumdan hiçbir farkı yoktur. Åžu âyet seni düÅŸündürmeli:“Sonra yine kalpleriniz katılaÅŸtı, taÅŸ gibi hatta daha katı oldu. Nitekim taÅŸlar arasında içinden ırmaklar çağıldayan, yarılıp su çıkanlar vardır. Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez deÄŸildir.” (Bakara 2/74)Müslüman’ın kalbi, âyette belirtildiÄŸi üzere, taÅŸ gibi kaskatı olursa kâfirin kalbi nice olur. Tevhid ehli ve O’nun zikriyle meÅŸgul olan kimse bu durumda olursa, kâfirlerin ve gafillerin halini artık sen düÅŸün.Gaflet uykusundan uyandığın, sarhoÅŸluk batağından kurtulduÄŸun anda, bu anlattığımı anlayabilir, söylediÄŸimi bilebilirsin. Åžüphesiz ki sen önce anlayıp sonra anlatmakla ve ilkin bilip sonra bildirmekle emrolundun. O halde bilmediÄŸin ÅŸeyi söyleme, anlamadığın ÅŸeyi anlatma.Kelime-i tevhidi iyice anlamadan, kalbinde özümlemeden söylüyorsan hakikatte onu söylemiÅŸ olmazsın. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Vay o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları namazdan gafildirler” (Mâûn 107/4-5) buyurulmuÅŸtur.Öyleyse, hz.Allah’ı zikrettiÄŸinde her yerin kalp kesilmeli; O’nun için konuÅŸtuÄŸun vakit her yanın dil olmalı, O’nu her tarafın kulak kesilmiÅŸ bir vaziyette dinlemelisin ki, soÄŸuk demire çekiç vuran kimse gibi, boÅŸuna yorulmuÅŸ olmayasın. Bir ÅŸair demiÅŸ ki:Ölürüm aÅŸkınla seni her zikrediÅŸimde, Gafletinle düÅŸerim mahrumiyet ve hüzne. Kalp kesilirim gönlümün her titreyiÅŸinde; Ne acı kalır, ne elem, yanar ateÅŸinde. Kalp kesilirim gönlümün her titreyiÅŸinde; Ne acı kalır, ne elem, yanar ateÅŸinde.

 

KELÄ°ME-Ä° TEVHÄ°DÄ°N HÂKÄ°MÄ°YETÄ°“Lâ ilahe illallah” bütün mâna ve hakikatiyle sana hâkim olduÄŸu zaman kalbinin içerisinde yegâne hükümran o olur. Artık hiçbir yabancı kalp evine giremez. Kendi evinde nefsinin hükmü geçmez. Orada kalıp kalmama hürriyetin elinden alınır. Malûm olduÄŸu üzere hükümdar bir ÅŸehri ele geçirdiÄŸi zaman oranın altını üstüne getirir, oranın azizlerini zelil kılar.Aynı ÅŸekilde, kalbin tam manasıyla kelime-i tevhidin hükmü altına girince, senin de sıfatların deÄŸiÅŸir; kibrin tevâzuya, malla gururlanma azla kanaat etmeye, varlığın yokluÄŸa, baki olma hevesin fâni olmaya, tüm kötü sıfatların iyiye inkılâp eder. Zahirî üstünlüÄŸün hakiki üstünlüÄŸe döner. Çirkin sıfatların aÄŸacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, teÅŸbih ve temsil kabukları temizlenir; oraya iman ve tev-hid tohumu dikilir. Orada hz.Allah’ı tenzih ve tefrîd fidanları yeÅŸerir. Böylece senin güzel sıfatların çoÄŸalır. Allah Teâlâ’nın ÅŸu âyeti bu meseleyi veciz ÅŸekilde açıklamaktadır.“Verimli toprak rabbinin izniyle iyi ürün verir. Çorak toprak kötü ürün verir. Ä°ÅŸte biz, ÅŸükreden bir topluluk için âyetleri böyle yerli yerince açıklarız.” (A’râf7/58)Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder. Lâkin “lâ ilahe illallah” bunun dışındadır. Onun saltanatı ilelebet devam edecektir. Hükmü -öncekilerin ve sonrakilerin isteÄŸine bakılmaksızın- herkesi kuÅŸatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de buna iÅŸaretle,“Göklerde ve yerde bulunan herkes kul olarak rahmana gelir” buyurulmuÅŸtur. (Meryem 19/93)Bunların bazısı aÅŸk ve ÅŸevkle, itaat etmiÅŸ bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir ÅŸekilde O’nun huzuruna gelirler. “Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez sadece Allah’a secde ederler. Gölgeleri de uzayıp kısalarak O’na secde etmektedir” (Ra’d 13/15) âyet-i kerimesi bu konuda söylenen ÅŸeyleri özetle ifade etmektedir.Herkesin O’na teslim olduÄŸunu ifade eden bir diÄŸer ayet ÅŸudur:“Rabbin âdemoÄŸlunun belinden zürriyetlerini almış ve, ‘Ben sizin rabbiniz deÄŸil miyim?’ diye onları kendilerine ÅŸahit tutmuÅŸtu. ‘Evet buna ÅŸahidiz dediler. Kıyamet günü, ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz için sizinle bu anlaÅŸmayıyaptık.” (Araf 7/172)

Bu âyeti ÅŸu ÅŸekilde tefsir etmek mümkündür:Âlem-i fazl (gerçek müminler) isteyerek, âlem-i adi (kâfirler) ise istemeyerek, “Evet, sen bizim rabbimizsin” dediler.Allah Teâlâ, onları Âdem’in (a.s) belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı. Âlem-i fazl (cennetlikler) Âdem’in (a.s) sağında, âlem-i adi (cehennemlikler) ise solunda yer aldı. Bunun akabinde Allah Teâlâ her iki gruba da anlama, iÅŸitme ve konuÅŸma melekesi verdi. Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine ÅŸahit tuttu. Onların hepsi hz.Allah’ın bir tek olduÄŸunu ikrar ettiler ve “Evet, sen bizim rabbimizsin” dediler.Bu iki gurubun ikrarları arasında çok ince bir fark vardı. Åžöyle ki âlem-i fazl (cennetlikler) isteyerek, hemencecik o anda; âlem-i adl (cehennemlikler) ise istemeyerek, gevÅŸek bir eda ile, “Evet” dedi.Onlardan bu ÅŸekilde söz alınması, kıyâmet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu!” dememeleri içindi.

Bu fırkaların âlem-i kudretten âlem-i hikmete geçmesiyle birlikte içlerinde gizli bir ÅŸekilde bulunan “hz.Allah’ın varlığı ve birliÄŸi” fikri kendiliÄŸinden ortaya çıkmıştır.Müminler, içlerindeki bu sese kulak vererek tam bir inançla “evet” demek sûretiyle sözlerini tutmuÅŸlar, kâfir ve münafıklar ise doÄŸruluÄŸuna tam olarak inanamamış bir halde “evet” dediÄŸi için verdikleri ahde vefa gösterememiÅŸ, mîsakı bozmuÅŸlardır.Ä°ÅŸte bu sebeple Allah Teâlâ müminleri övgü ile anarak, “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaÅŸmayı bozmazlar” (Ra’d 13/20) buyurmuÅŸtur.Allah, kâfirler ve münafıkları kınayarak, “Allah’a söz verdikten sonra ondan cayanlar, Allah’ın bitiÅŸtirilmesini emrettiÄŸini ayıranlar ve yer yüzünde bozgunculuk yapanlar yok mu. Ä°ÅŸte lânet ve Cehennem onlar içindir.” (Ra’d 13/15) buyurmuÅŸtur.

Allah’a karşı verilen bu “evet” sözü, kıyamet meydanında, müminlerin emânete riayet etmeleri sebebiyle lehlerinde; kâfirlerin ise emânete hıyanet etmeleri nedeniyle aleyhlerinde ÅŸahitlik yapar. Daha sonra herkesin amellerinin yazılı olduÄŸu, herkesin üzerine ÅŸehâdet edecek olan bir kitap gönderilir. Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir:

“Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü, onun için açılmış bir kitap çıkarırız. ‘Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter’ deriz.” (Ä°sra 17/13-14)Allah Teâlâ, seni nefsin üzerine ÅŸahit tutarak, verdiÄŸin sözü unuttuÄŸunu, zalim ve cahil olduÄŸunu sana hatırlatır. Böylece sen ikrardan inkâra düÅŸtüÄŸünü kabul edersin.

 

Şerife Şevval Kardelen Hocamiza bu yazi icin tesekkur ederizalıntı

ALINTI

Ey Rabbim! Bize hidayet ver ve sırat-ı müstakimden ayırma.

bottom of page